DALIŞ “OKULU” OLMAK

Yazan : Asutay AKBAYIR

(1983 de başladığım tüplü dalış hayatıma bir bakış)

 

Değerli dalgıçlarımız, öğrencilerimiz ve dalgıç adaylarımız,

Bu satırlarda okuyacaklarınız hiçbir kişi yada kuruluşla ilgili olmayıp, tamamıyla 1983 yılında başladığım tüplü dalış hayatımda edindiğim bazı tecrübeleri sizlerle paylaşmak amacıyla kaleme alınmıştır.

1983 yılından bu yana sualtıcılık faaliyetleri ile ilgili olarak akla gelebilecek tüm dallarda görevler almış biri olarak "Sualtıcılık" ve "Etikleri" hakkında iki kelime yazmanın haddim olduğunu düşünmekteyim. Zira ben "doğuştan" sualtıcıyım. Türkiye 'nin ilk dalgıçlarından olan ve hayatı boyunca yüzlerce dalgıç yetiştirmiş, 1950 li yıllarda Türkiye 'de ilk Scuba Dalışlarını icra etmiş bir babanın (Yüksel AKBAYIR 'ın) oğlu olarak Dünya 'ya geldim. Bu ülkede benimle aynı tecrübeyi paylaşan tüm meslektaşlarıma ve dostlarıma da buradan saygılarımı sunuyorum. Hepsi kendi alanında bir cevher bir yüksek değerdir...

1970 li yılların başlarında İstanbul Boğazının çılgınlar gibi akan, bulanık ve soğuk sularında akıntıya karşı yüzerek yüzmeyi öğrendim, 1980 li yıllarda Deniz Kuvvetleri Komutanlığına bağlı olan ve SAT Komandolarının yetiştirildiği özel bir birlikte 3 ay boyunca sırtımda çiftli dalış tüpleri üzerimde 30 kilo yükle koşu, tırmanış ve dalış eğitimleri yaparak ve o tüpler sırtımdayken sayısız şınavlar çekerek, onurlu ve güçlü bir donanma dalgıcı olmak için mücadele verdim. Bu mücadeleyi kazanarak profesyonel dalgıç sertifikamı 1987 yılında aldım. Memur bir babanın oğlu olduğum için para kazanmak zorundaydım bu yüzden okul hayatımı sürdürürken bir yandan da  Karadeniz 'in derin ve buz gibi sularında yaz kış, dalgıç teknelerinde "nargile dalışı" tabir edilen son derece tehlikeli ve derin dalışları yaparak paramı kazandım. Bir yandan da okudum, okudum, okudum...  Bu teknelerde çalışırken, hayatın gerçekleri ile yüzleştim, gerçek sualtıcıları tanıdım, fakir ama onurlu, okumamış ama cesur, evlerine bir parça ekmek götürebilmek için çırpınan bu "delikanlı" ların hayatla nasıl mücadele ettiklerini ve aslında "gerçek yaşam savaşının" bana Deniz Komandolarının öğrettiği şeylerden ziyade, bu fakir ama onurlu insanların verdikleri savaş olduğunu, Karadeniz 'in dev dalgaları içerisinde ve buz gibi havayla mücadele ederek dalarken "görerek ve yaşayarak" öğrendim. Hayatımı kazandım aileme katkıda bulundum...

Odtü 'de İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde okuduğum yıllarda da bir yandan Ankara 'daki bilgisayar firmalarında çalışarak hayatımı kazandım, bir yandan dalıştan kopmamak için ODTÜ SAT olarak bilinen Odtü Sualtı Topluluğunda sayısız görevler aldım. O zamanlar ODTÜ Sat 'ın kuruluş yıllarıydı. Akdeniz Foku 'nu tanımaya ve korumaya yönelik projelerde çalıştım. Elimde anket formlarıyla Ankara sokaklarında dolaşıp halkın bu canlı hakkındaki bilinç düzeyini algılamak için saatlerce yürüdüm... Hazırladığım sonuç raporlarını topluluğuma teslim ettim. Okulumun sualtı topluluğunun bir dalış kompresörü bile yoktu Deniz Kuvvetleri ile sayısız yazışmalar gerçekleştirerek topluluğumuza bir kompresör hibe edilmesine ön ayak oldum. Yani çorbada tuzum bulunsun istedim...

1992 yılının temmuz ayında ODTÜ 'den mezun olduktan sonra kuracağım dalış okulumun hayalleri ile yanıp coşarken, daha henüz Türkiye Sualtı Sporları Federasyonumuz Dünya Sualtı Konfederasyonu CMAS ile anlaşma bile yapmamıştı... Türkiye 'de üzerinde Balıkadam, Yetişkin Balıkadam, Tecrübeli Balıkadam vs... yazılı dalış kartları mevcuttu ve bu kartları elinde tutan birkaç yüz kişi de birbirini zaten tanırdı... 1994 yılında Federasyonumuz CMAS ile anlaşma sağladı ve Türkiye 'de verilecek dalış eğitimlerinin bir standarda oturtulması ve benzeri çalışmalar hız kazandı. Ben o sıralarda 1992 yılında kurmuş olduğum bilgisayar firmamda gece gündüz çalışarak kuracağım dalış okulu için sermaye yaratmak mücadelesi içerisindeydim. Evim şirketimdeki odam, yatağım ise karşımdaki koltuk idi...

Zamanı gelip, Aqua Club Dalgıç Okulu 'nu 1996 yılının soğuk bir kış gününde Kasım ayında Ankara 'da kurduğumda, Ankara 'daki dalgıç sayısı o kadar azdı ki hepimiz birbirimizi tanırdık. Bunu yaşamayan bilemez arkadaşlar ! Biz 1996 yılında bir mucizenin, bir hayalin peşinden koştuk ! Denizi bile olmayan bir şehirde, sayısı 100 ü geçmeyen dalgıç yaşayan bu bozkırda "Dalgıç Okulu" kurduk...  "Dükkanımızın" önüne oturup, başvuran insanları dalışa ikna etmeye çalışarak başladı bu macera...

Aqua Club 'ın ilk dalışını Antalya Tekirova 'ya gerçekleştirebilmek için 1996 Kasım'ından 1997 Şubat 'ına kadar 3 ay boyunca nasıl çalıştığımı ve bu bozkırda dalgıç adayları bulabilmek için neler çektiğimi bir ben bir de Allah bilir... Ve en sonunda ilk dalış organizasyonumuzu gerçekleştirecek kadar kursiyer dalgıcı bularak 1997 yılının şubat ayında ilk dalış programımızı gerçekleştirdik... Dalış Endüstrisi gelişmemişti, hatta yoktu... Dalışta profesyonel yaklaşımlar yoktu... Biz ve bizim gibi iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar meslektaşımız Türkiye 'de Dalış Endüstrisini yaratmış ve standartlarını belirlemiştir. Ben tam 4 yıl Türkiye Sualtı Sporları Federasyonunda Teknik Komitesinde görev yaptım, o dönemin Sualtı Yönetmeliğini yazdık... Federasyona ait olan ilk eğitim kitabını yazan kurulda görev yaptım... Denetleme komitesinde de olduğum için, neredeyse Türkiye 'nin her yerindeki dalış merkezlerini gezerek "denetleme" adı altında aslında bilgilerimizi paylaştık, dertlerini dinledik meslektaşlarımızın...

Öğrencilerimin başına bir şey gelmesin diye onları suyun altında birer birer indirip eğitim verdiğim ve sabah saat sekizde suya girip akşam saat 8 e kadar hiç bir şey yiyip içmeden topu topu 20 kişiyi nasıl daldıracağım diye çırpınıp durduğum yılların üzerinden ne kadar çok zaman geçmiş... Bir asistanım bile yoktu... Çünkü ilk önce dalgıç yetiştirmeliydim, sonra yetiştirdiğim dalgıçları dalışlarıma götürüp getirmeli ve tecrübe kazanmalarını sağlamalıydım, onlar da tecrübe kazandıktan sonra eğer "arzu ederlerse" bana yardımcı asistan olabilirlerdi... Ama başlangıçta tam anlamıyla "yapayalnızdım"...

Aradan aylar geçtikçe bir "ekol" oluşturmanın ne kadar zor olduğunu, insan hayatı emanet almanın ne kadar ağır bir yükümlülük olduğunu, yüzlerce değişik insanı mutlu edebilmenin ne kadar imkansız olduğunu, her hafta sonu binlerce kilometre yol gidip gelip hiç dinlenmeden her pazartesi tekrar derslere başlamanın ne kadar yorucu ve yıpratıcı olduğunu gördüm... Halen "yapayalnızdım" çünkü zihnimde yaratmış olduğum dalış eğitimi disiplinine dayanabilecek bir asistan bulmak neredeyse imkansızdı... Hayallerim vardı, hayallerimden asla ödün vermeyecektim, asla vazgeçmeyecektim, asla ve asla "nabza göre şerbet" vermeyecek ve sualtıcılık hayatımın başında beni nasıl yetiştirdilerse ben de dalgıçlarımı aynı disiplin ve prensipler çerçevesinde yetiştirecektim... Aksi takdirde bir "ekol" olamazdım olsa olsa "dalış şirketi" olurdum... Ben hiç bir zaman bir dalış şirketi olarak değil, tüm hayatım boyunca ve bu hayatım sona erdiğinde "bir dalış ekolü" olarak anılmak için mücadele verdim.

Şu sıralar bazı dalış şirketleri “dalış konseptleri” yaratıp açıklamaktalar... İzninizle bir “dalış konsepti” de ben açıklamak istiyorum...

Benim “dalış konseptim” nedir ?

Bu ülkenin her karış toprağının bizim toprağımız ve her vatandaşımızın bizim vatandaşımız olduğu bilincini bir an bile aklımdan çıkartmadan, mekan ve koşul gözetmeksizin Sualtı Dünyasına özlem duyan her çocuğumuza, her yetişkinimize elimi uzatmak, 1996 yılından bu yana kendi okulumda yaptığım gibi, gönüllü olarak Batman 'daki vatandaşlarıma dahi ücret talep etmeksizin Dicle nehrinde dalış yaptırmak, Malabadi Köprüsü altında keçi sürülerinin  ve dışkılarının içerisinde iç çamaşırları ve çıplak ayakları ile yaşam mücadelesi vererek oynayan çocuklara sualtı hikayeleri anlatmak ve onlara dahi sualtıcılığı sevdirmeye çalışmak, nehir kıyısında oynarken (başka oyun alanları ve imkanları olmadığı için) boğulanlarının cesetlerini aramak üzere kurulan Sivil Savunma Arama ve Kurtarma Birliklerine gönüllü olarak eğitimlerimi vermeye devam etmek ve onların başaramadığı görevler olduğunda ve bana başvurduklarında Dicle ‘nin çağlayan sularına dalmak, aramak bulmak ve çıkarmak...  Sahil Güvenlik Komutanlığının kurmuş olduğu ve çeşitli yörelerden cıvıl cıvıl çocukları bir araya getirdiği çocuk izci gruplarına denizi sevdirmek için yazın ortasında işlerimi bırakıp onlara ücretsiz eğitimler vermeye gitmek, bu vatanın savunması için hayatlarını feda eden Genel Kurmay Başkanlığının ve Emniyet Genel Müdürlüğünün özel görev birliklerine yıllar boyunca gönüllü olarak verdiğim eğitimlerime devam etmek, kendi dalımda öğretim görevlisi olduğum üniversitemde gençlere sualtıcılığı ve cankurtarmayı sevdirmek amacıyla işlerimden arttırıp yarattığım vakitlerimde bu görevimi de aksatmadan sürdürmek... Yıllardır sualtı birimi sorumlusu olarak görev yaptığım AKUT Arama ve Kurtarma Derneğindeki operasyonlara katılmaya devam etmek ve tabi ki dişimle tırnağımla çabalayarak kurup büyüttüğüm Aqua Club Dalgıç Okulumdaki üyelerimi canım pahasına korumak ve sualtında onların her an yanında olmak. Bütün bu işlere yetişebilip "kusursuzca" başarabilmek için "özel hayatımı" feda edebilecek kadar sualtına ve mesleğime aşık olmak...

İşte bu da benim “dalış konseptim”...

Dalgıçlar !

"Dalış eğitmenliği", başka hiç bir spor dalında olmadığı kadar yüksek bir "fedakarlık" ve "risk" içeren, çok ama çok yorulmak gerektiren bir uğraştır. Ben bunu çok uzun yıllardır zaten biliyorum... Benimle birlikte görev alacak yardımcı eğitmenlerin, her şeyden ama her şeyden önce dalışın "sadece öğrenciler ve misafirler" için eğlence ve tatil olduğunu ama biz görevli eğitmenler için "bir dakika bile gevşemenin, bir insan hayatına mal olabileceğinin idraki içerisinde sürdürülmesi gereken bir görev" olduğunu anlaması gerekir.

Ben yetiştirdiğim eğitmenlerimin ve asistanlarımın, cuma akşamı Aqua Club 'ın kapısının önünden otobüse binip, pazartesi sabahı aynı kapının önünden otobüsten inene kadar geçen süre içerisinde özel yaşantılarını, streslerini kısaca dikkat ve konsantrasyonlarına olumsuz etki edebilecek tüm duygularını Ankara 'da bırakmalarını isterim. Aqua eğitmenleri ve asistanları arasında çok büyük bir dayanışma olduğu gibi aynı zamanda da 1996 yılından bu yana bilgi birikimimizin getirdiği bir hiyerarşik düzen ve organizasyon şeması vardır. Her Aqua görevlisi ve / veya gönüllüsü bu hiyerarşik çerçeveye uyum göstermek ve özel hayatındaki vasfı ve mesleği ne olursa olsun teknede tek bir dalış amirinin varlığını kabul ederek, talimatlara koşulsuzca uymak üzere eğitilir. Hayat kurtarmak ama en önemlisi hayatları riske atmamak teknede "anlık ve radikal" kararlar gerektirir. Dalış amirliği "dershanede ders anlatmak, havuzda 2 mt. derinlikte 30 derece su sıcaklığında" kursiyerlere beceri uygulatmaktan farklı bir şeydir... Aynı anda yüzlerce değişkeni aklında tutup, süzgeçlerden geçirip, saniyeler içerisinde doğru kararlar alabilmek tecrübesi ve en önemlisi "zekası" gerektirir...

Bu koşulları sağlamayan hiç bir eğitmen ve / veya asistan bugüne kadar Aqua 'da varlığını sürdürememiştir. Şüphesiz ki, her dalış eğitmeni bir "cevher", bir "değer", bir "saygın" kişi, bir "bireydir" ... Ancak Aqua Club, dışarıdan dalış eğitmeni getirip çalıştıran bir "şirket" değildir. Aqua Club, kendi bünyesinden yetişmiş dalgıçların içerisinden seçtiği kişilere eğitmenlik eğitimi vermiş ve Aqua Club etikleri ve kuralları çerçevesinde hizmet vermelerini bekleyen bir "ekoldür"... Her ne pahasına olursa olsun böyle de kalacaktır... Çünkü Aqua Club 'ı tercih eden ve her geçen yıl artan bir katılım ile okulumuzda kurs görmüş olan toplam 5000 kadar mezunumuz ve her yıl dalışlara gelen 800 kadar üyemiz, bizi "bu disiplin ve etik" anlayışlarımızdan ötürü tercih etmişler ve etmeye devam etmektedirler.

Benim bu ekolün kurucusu olarak emeklerimi ve oluşturduğum bu sistemi değiştirmem, esnetmem ve sıradan bir "dalış şirketi" haline dönüşmem "imkansızdır" çünkü bu sisteme hayatımı adadım. Yaşamım sualtıcılığı anlamak ve Aqua Club 'ı kurup bu günlere getirmekle geçti... Tek ama tek bir şeye önem veriyorum o da ekolümün "Onur, disiplin, kararlılık ve bağlılık" sloganıdır... Bir gün elimde bu bayrakla tek başıma kalsam da o bayrağa sarılır, o bayrağın altında ve "ayakta" noktalarım sualtıcılık hayatımı...

Arkadaşlar !

Herkes bir şekilde, "dalış şirketi" kurabilir... Maddi olarak, bir başka şirketin kanatları altına girip "dalışla iştigal" de edebilir. Hatta ve hatta Aqua Club 'da yetişmiş olan kişiler, Aqua Club 'a karşı bayrak da açabilir... Ancak bir "ekol" olmak hiç ama hiç kolay değildir... "Dalış Okulu" olmak, bir meydanda bir dükkana "tabela" asmaktan ibaret hiç değildir. Denizi tanımak, sualtını anlamak, riskleri ön görebilmek, denizin kokusundan, suyun renginden ve gökyüzündeki bulutlardan, dalgaların yönünden neler olabileceğini hissedebilmek becerisi gerektirir... "İnsanların hayatlarını koruyabilmek için onları kırmayı göze alabilecek" yürek ve ticari kaygısızlık gerektirir.

Çok iyi dalış eğitmeni olarak yetişmiş olmak, çok iyi "dalış amiri" olmak anlamına gelmez. "Dalış amirliği" risklerin altına girebilecek idarecilik vasıflarına sahip olmayı gerektirir.

Dalış eğitmenleri yüksek muhakeme yeteneği, analitik düşünce ve süratle karar alabilme becerilerini, “liderlik vasıflarıyla” birleştirdiklerinde birer “dalış amiri” haline dönüşürler... Her dalış eğitmeni "dalış amiri" değildir ve “dalış amiri olmayan” bir “dalış şirketi” maalesef “dalış okulu” haline dönüşemez...

"Dalış amirliği" her zaman "günlük güneşlik" değildir... Gerçek bir "dalış amiri" her dalış organizasyonunda, defalarca hayat kurtarır ve korur ama daldırdığı kişi veya kişiler çoğu zaman bunu farketmez bile... Teknedeki dalışları yöneten amir, öngörülü ama her şeyden önemlisi "zeki, iyi eğitimli ve basiretli" olmalıdır.

Kimselerin aklına gelmeyen şeyler eğer sizin aklınıza gelebiliyorsa, “tecrübeniz” ve "idarecilik" vasfınız varsa ve bir takım yönetebilecek “karizma” ve “bilgi birikimine” sahipseniz, siz dalış amiri "olmuşsunuzdur"...

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunarım

Asutay AKBAYIR